12 Eylül’le Hesaplaşmaya Bir Mahkeme Yeter mi?
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya isimleri kimileri icin 12 Eylül davasında adı geçen iki generalin ismi iken benim gibi çocukluğunu darbenin sıcak günlerinde geçirenler için biraz daha fazlasını ifade ediyorlar. Mesela babaların ansızın evden alınıp götürülmelerini, amcaların Fatsa’da öldürülmelerini, annelerin intiharını, kardeşlerin işkencelerini... Diyarbakır’ı, Mamak’ı, Metris’i, bütün zorba işkencecileri…Davanın dünkü karar duruşmasında ‘iyi halden’ müebbet hapis cezası çıkması hafızaya kazınmış bu ağırlıklardan kurtulmamızı sağladı mı? Hayır. Biraz içimiz soğudu mu? Evet.
12 Eylül Davası solu iyiden iyiye polarize eden sembolik bir dava haline gelmesi yanında şimdi de sonucu itibarıyla ayrı bir tartışma konusu oldu. Açıkçası; anayasası yürürlükte olan, birçok kurumuyla ayakta duran, gerçekten fikri iktidarda olan ve toplumun neoliberal sisteme entegrasyonu için topyekün inşasını sağlayan bir cuntayla böylesi bir mahkeme süreciyle hesaplaşmadığımız su götürmez bir gerçek. Varlık sebebi darbe olan bir siyasi erkin de dönemle hesaplaşmayacağını, dahası topuğuna kurşun sıkmayacağını elbette biliyoruz.
Dolayısıyla iki general mahkum edilmiş olsa da darbe dönemi mahkum edilmiş değil çünkü darbe zaten iki generalden ibaret de değil. Bunların arkasında mesela 1600 kişilik işkenceciler listesi, 160 kişilik danışma meclisi üyesi, dönemin valileri, emniyet müdürleri, kolluk kuvvetleri var. Dönem içerisinde kullanılmış paramiliter güçler var. Liste uzadıkça uzar fakat darbe ile hesaplaşma sosyalist solun neredeyse 35 senedir yürüttüğü bir mücadele aslında. Bunun ilk ayağını ise darbe mahkemelerindeki siyasi savunmalar oluşturuyor. Geçici 15. Maddenin kaldırılmasına yönelik yıllar boyu süren çalışmalar var. Dolayısıyla gelinen noktada bunu sadece AKP hükümetinin bir lütfu, siyasi manevrası, seçim yatırımı diye görmek biraz dar bir perspektiften bakmak oluyor. Devlet, her zamanki refleksiyle, davaya ket vurmak adına yine elinden geleni ardına koymadı bu süreçte. Mesela hapishanede ölen Fikri Sönmez’in oğlu Naci Sönmez babasının ölümünün hapishanede gerçekleştiğini ispatlayamadığı için davaya müdahilliği kabul edilmedi. Bu gibi sebeplerle müdahilliği reddedilen birçok insan var. Bir diğer deyişle dava hem süreci hem de sonucu bakımından hala sol için bir mücadele alanı olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Maraş ve Çorum Katliamları, Fatsa’daki Nokta Operasyonu, 1977, 1 Mayıs’ındaki olayların darbeye zemin hazırlamak amacıyla tertip edilmiş olduğunun kabulü aslında önümüzdeki süreçte toplumsal bellek inşasına yönelik mücadele alanımızı da belirliyor. Bu dava sonucuyla idamların birer cinayet olduğu kabul ediliyor en basitinden. Bunlar dönemle hesaplaşma adına az kazanımlar değil.
Tam anlamıyla bir hesaplaşmadan ne zaman bahsedebiliriz? Hukuki sürecin tam olarak işletildiği, bütün suçluların mahkum edildiği, anayasasından kurumlarına kadar dönemin tüm nüvelerinin kaldırıldığı, bir nevi sistem temizliği yapıldığı ve bu hesaplaşma da toplumda yankısını bulduğu, toplum vicdanında da mahkum edildiği zaman ancak gerçek bir hesaplaşmadan bahsedebiliriz. Fakat bütün bu aşamalar ilmek ilmek örülecek bir mücadeleden geçiyor ve bu tablodan da net görüldüğü gibi halihazırdaki sistemin topyekün değiştirilmesine dayanıyor. Bunu henüz başaramadığımıza göre hala çocuklarının kemiklerini arayanlara, işkencede yakınını kaybedenlere, binlercesi vatandaşlıktan çıkarılmışlara ‘şimdi hesaplaşma zamanı değil’ demeyi ben sol adına utanç verici buluyorum. Çünkü hesaplaşma doğrusal bir süreç olmak yerine eklektik ve kümülatif bir sürec. Dolayısıyla önümüzde çok uzun ve çetrefilli bir yol var. Madem Evren ve Şahinkaya’nın apoletlerini şimdi sökebiliyoruz, onu da yapıverelim. En azından annelerin, babaların, eşlerin, kardeşlerin ve çocukların yüzündeki rahatlamayı görmek için değer.